Mevlana Celaleddin-i Rumi “kuddise sirruh” hazretleri, Mesnevi’de anlatır:
Kibirli ve zengin birisi, kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem azarlar, hem de kapıyı yüzüne kapatır. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar. Bir âmâ, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar. Fakir, olanı biteni anlatır. Âmâ, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrar da eder. Fakir, onun ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider. Âmâ, onu çok güzel ağırlar. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde: “Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Rabbim de senin gözünü açsın” diye dua eder. O anda âmâ adamın gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır, görmeğe başlar. Âmânın görmesi haberi bir anda şehirde yayılır. Bu haberi, onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yürekli de duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir: “Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı?” der. O da; “Hey gafil seni, sen nasıl bir adamsın ki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. Devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı” der. Bunun üzerine zengin; “Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmış ki, öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın” der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.
Dişini fare gibi hırsa batırmış kimse, koca doğanı nasıl avlayabilir? İyilerin bastıkları toprak dermandır, göz açar. Ancak gönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.