– dünden devam –
“Kabirlerin başında kandillerin sana öyle gösterilmesi, senin bu yolda kâbiliyet sâhibi olduğuna alâmettir. Fakat, fitil gibi olan kâbiliyeti hareketlendirmek lâzımdır ki, bu kâbiliyet ortaya çıksın. Hakkın gizli sırları sana açık olsun. Her durumda dînimizin caddesinde yürümek, azîmet ve sünnet-i seniyye üzere olmak lâzımdır. Emirlere ve yasaklara uymak husûsunda istikâmet üzere olacaksın. Bid’atlerden, Peygamber efendimiz ve arkadaşları zamânında olmayıp sonradan çıkan, ibâdet olarak yapılan şeylerden ve ruhsatla amel etmekten uzak duracaksın. Hadîs-i şerîfleri öğrenip, amel edersin.” Sonra cemâattan bana dediler ki: “Yarın acele Nesef tarafına gideceksin. Seyyid Emîr Külâl’in hizmetinde bulunacaksın. Oraya giderken yolda ihtiyar bir zât ile karşılaşacaksın. O sana sıcak bir çörek verecektir. Ekmeği al, fakat onunla hiç konuşma. O ihtiyârı geçtikten sonra bir kervana, sonra da ata binmiş bir kimseye rastlayacaksın, o kimse senin önünde tövbe edecek. Sen, o evindeki mübârek tâcını al, Emîr Külâl’e götür.” Bu konuşmalardan sonra bendeki o hâl gidip, eski hâlime döndüm. Derhal başında bulunduğum kabrin yanından ayrılıp, Zeyvertûn tarafına gittim. Evime varıp, bana bırakılmış olan tâcı istedim. Getirip verdiler. Onu giyince hâlim değişti. Bambaşka bir hâle girdim. Tâcı alıp yola çıktım. Sabah namazı vaktinde Mevlânâ Şemseddîn’in mescidine ulaştım. Sabah namazını orada kılıp, o gün Eyne adındaki köyde kaldım. Ertesi gün güneş doğarken Nesef tarafına hareket ettim. Yolda, önceden büyüklerin işâret ettiği gibi, bir ihtiyâra rastladım. Bana bir ekmek verdi. Ekmeği alıp, hiçbir şey söylemeden geçip gittim. Sonra bir kervana rastladım. Kervanın başı bana; “Ey yiğit, nereden geliyorsun?” deyince; “Eyne köyünden.” dedim. Ne zaman yola çıktığımı sordular. “Güneş doğarken.” dedim. Kervana rastladığım vakit kuşluk vakti idi. Kervandakiler bu sözümü işitince hayret edip; “Eyne köyü buraya dört fersah, yaklaşık 24 km mesâfededir. Sabah vakti çıkılsa, ancak buraya ikindiden sonra gelinebilir.” dediler. Kervanı da geçip gittim. Kervanı geçtikten sonra bir atlıya rastladım. Bana; “Sen kimsin? Seni görünce içime bir korku düştü.” dedi. “Ben öyle bir kimseyim ki, sen benim önümde tövbe edeceksin.” dedim. O atlı yanıma gelip tövbe etti. Şarap yüklü bir beygiri vardı. Beygirin üzerindeki şarabı yere döktü. Onu da geçip yoluma devam ettim. Nesef taraflarında bir köye uğradım. Seyyid Emîr Külâl’in orada olduğunu öğrendim. Hâcegân büyüklerinin mübârek tâcını çıkarıp arz ettim. Bir müddet sükût ettikten sonra; “Bu tâc, Hâcegân büyüklerinin mübârek tâclarıdır.” buyurdu. “Evet efendim.” dedim. Devâm ederek; “Bu tâc-ı şerîfi almakta iki şart vardır. Birinci şart; bunu korumak, ikincisi; îcâbını yerine getirmek. Bu iki şart, büyüklerin (Hâcegân’ın) yolunda bulunmak ve bize hizmettir. Bundan sonra ben de bu şartlara uymak üzere tâcı alıp kabûl ettim.” buyurdular.