Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa önüme çıksın
Bu arada Hazret-i Ömer bir gün kılıcını kuşandı, yanına oklarını ve mızrağını alıp Kâbe’yi açıkca tavâf etti. Orada bulunan müşriklere yüksek sesle şunları söyledi: “İşte ben de dînimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın.”
Böylece Hazret-i Ömer ve yanında yirmi kadar Müslüman güpegündüz açıktan Medîne’ye doğru yola çıktılar. Onun korkusundan bu kâfileye hiç kimse dokunamadı. Daha sonra Eshâb-ı kirâmdan diğerleri de hicrete devâm ettiler. Bu arada Hazret-i Ebû Bekr de hicret için izin istedi. Resûlullah efendimiz “aleyhissalâtü vesselâm”; “Sabreyle. Ümidim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Berâber hicret ederiz.” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr; “Anam babam sana fedâ olsun. Böyle ihtimâl var mıdır?” diye sordu. Resûlullah da; “Evet vardır.” buyurunca sevindi. Sekiz yüz dirhem vererek hemen iki deve satın aldı. Beklemeye başladı. Nihâyet Mekke’de Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ali, fakirler, hastalar, ihtiyarlar ve müşriklerin hapsettiği kimseler kaldı.
Diğer taraftan Medîneliler (Ensâr), hicret eden Mekkelileri (Muhâcirleri) çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi. Resûlullah’ın da hicret edip, Müslümanların başına geçeceği ihtimâliyle Mekkeli müşrikler telâşa kapıldılar.
Mühim işleri görüşmek için bir araya geldikleri Dârünnedve’de toplandılar, ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Bu toplantıya şeytan da “Şeyh-i Necdî” yâni Necdli bir ihtiyâr kılığında, düzgün kıyâfetli olarak katılmıştı. Çeşitli teklifler öne sürüldü. Hiç biri beğenilmedi. Kendisine söz verilen Şeyh-i Necdî kılığındaki şeytan onlara; “Sizin düşündüklerinizin hiçbiri O’na karşı çâre değildir. Çünkü O’nun öyle güler yüzü tatlı dili vardır ki; her tedbiri bozar. Başka çâre düşününüz.” diyerek fikrini söyledi. Kureyş’in reisi ve en azılı İslâm düşmanı olan Ebû Cehil; “En doğru fikir şudur ki, her kabîleden bir kuvvetli kimse seçelim. Herbiri ellerinde kılıçları ile Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine saldırsın. Kılıç vurup kanını döksünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz. Zarûrî olarak diyete râzı olurlar. Biz de O’nun diyetini verir, bu sıkıntıdan kurtuluruz.” dedi.. Şeyh-i Necdî de bu fikri beğendi ve harâretle tasdîk etti.
Onlar bunun hazırlığı içindeyken, Allahü teâlâ, Peygamber efendimize hicret emrini verdi. Cebrâil aleyhisselâm gelerek müşriklerin kararını ve o gece yatağında yatmamasını bildirdi. Peygamber efendimiz Hazret-i Ali’ye kendi yatağında yatmasını ve bıraktığı emânetleri sâhiplerine vermesini söyledi. Geceleyin Yâsîn sûresinin ilk sekiz âyetini okuyarak, kendisini öldürmek için evini sarmış kâfirlerin üzerine bir avuç toprak saçtı ve evinden çıktı. Müşriklerden hiç kimse onu göremedi. Peygamber efendimizin saçtığı topraktan kime isâbet ettiyse Bedr Savaşında öldürüldü.
-devamı var-