Epey dolaşmıştım. Canım; şöyle ellerimi, dizlerimi sal taşların üzerine koyup eğilerek gözeden su içmek istedi. Göze dediğim; maşallah sanki toprak delinmiş de bilek kalınlığında buz gibi bir su, fokurdayarak akıp bir an evvel dereye karışma telaşında… Etrafı taze tere yapraklarıyla ihata edilmişti adeta. Eğildim kana kana içtim, “elhamdülillah” dedim, bütün kalbimle. Gömlek kollarını dirseklerime kadar toparladım, çoraplarımı çıkardım, özene bezene bir abdest aldım. Oldukça rahatlamıştım. Oturdum sarı mayıs çiçeklerinin süslediği çimenlerin kıyısına. Cebimde taşıdığım kitabımı çıkardım. Kaldığım yerden başladım okumaya:
“Kaç sabahtır erkenden çıktığı bu kır yolculuğu Molla Ahmed’in iç âleminde fırtınalar estirmiş, sayısız hesaplar yapmasına ve tefekkür etmesine sebep olmuştu. O; tuhaf hâller, mâneviyatı yüksek hisler içindeydi. Bu eşsiz güzelliklerin arasında insan tek başına, derin derin düşününce, görülmez denilen şeyleri görüyor, duyulmayacak sırlara malik oluyordu.”
İçimden; “ne kadar da benzer bir dünya” dedim devam ettim…
“Ahmed bin Hanbel Hazretleri, hadis-i şerif derlemek maksadıyla uzak bir sefere çıkmıştı. Nice dağlar, derler aştı, köyler, kasabalar geçti. Akşam ezanları okunurken hiç tanımadığı, bilmediği bir şehre girdi. Olacak bu ya; tam o esnada bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Hani öyle az-boz da değil, sicim gibi yağıyordu rahmet. İmam Ahmed “sığınılacak başka nerem var” deyip en yakınındaki camii şeriften içeri girdi. Akşam namazını kıldı, yatsı vakti girinceye kadar da Kur’ân-ı kerim okudu, istirahat etti. İçinden de; “geceyi burada geçireyim” diye geçiriyordu. Hâlâ şimşekler çakıyor, gök gürültüsü ürpertiyor, yıldırımlar her tarafı gündüzmüş gibi aydınlatıyordu.
Yatsı namazı da kılınıp cemaat dağılırken, o bir köşede “itikafa” niyet ederek sabahı beklemeye başladı. Fakat biraz sonra cemaatten birisi geri gelip camide kalamayacağını, dışarı çıkmasını, kapıyı kilitleyeceğini söyledi:
– Hadi hemşerim seni bekliyorum, çık, kapıyı kilitleyeceğim!
– Gidecek başka yerim yok! Burada, bir köşede sabahlasam!
– Hayır, olmaz! Burası han değil!
– Doğru dersiniz de…
– Uzatma!
– Caminin içine müsaade etmiyorsanız bari avlusunda kalayım!
– Hayır! Olmaz! Fazla konuşma hadi dışarı! Ooo! Her gelen burada kalırsa yandık, namaz kılacak yer bulamayız!
– !!!
“Peki” deyip boyun büktü İmam Ahmed Efendi. Münakaşa, münazara etmenin hoş olmadığını bildiğinden hiç itiraz etmeden dışarı çıktı. Çıktı ama her taraf zifiri karanlık, yerler çamur, yağmur hâlâ devam ediyor… Tevekkül ederek şehrin merkezine doğru yürümeye başladı, düşünceli düşünceli.