Osmânlı devleti zemânında, mekteblerin, medreselerin, üniversite üstünlüğünde olan (Medrese-tül-mütehassısîn) adındaki yüksek kısmında, tesavvuf müderrisi ya’nî profesörü bulunan, büyük islâm âlimi ve olgun Velî, seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” 1342 hicrî ve 1924 mîlâdî yılında, İstanbulda basılan (Râbıta-i şerîfe) kitâbında buyuruyor ki:
Olgun bir Velînin “rahime-hullahü teâlâ” kalbine bağlanan bir müslimân, onun mubârek kalbi vâsıtası ile Allahü teâlâdan gelen feyzlere kavuşur. Deylemîde ve Künûz-üd-dekâıkde “rahmetullahi alâ müellifeyhimâ” yazılı hadîs-i şerîfde, (Ehli arasında bir âlim, ümmeti arasındaki Peygamber gibidir) buyuruldu. Kalbin feyzlere, ma’rifetlere kavuşmasında, Allah adamının diri ve ölü olması arasında hiç fark yokdur. Onun kemâlâtı, rûhâniyyetinden hiç ayrılmaz. Rûhâniyyet de, zemâna ve mekâna ve ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir. Yukarıdaki iki şart mevcûd ise, her nerede olursa olsun, diri olsun, ölü olsun, Allah adamlarına bağlanan, ya’nî onları seven ve hâtırlıyan müslimânlar, hemen feyz ve ma’rifete kavuşurlar. Bunların rûhlarının tesarrufları, Allahü teâlânın tesarrufu ile olduğuna inanmak lâzımdır.