İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât) kitâbının birinci cild, ikiyüzaltmışbirinci mektûbunda buyuruyor ki:
– dünden devam –
Namâzın hakîkatini anlamış olan bir kâmil, namâza durunca, sanki bu dünyâdan çıkıp âhiret hayâtına girer ve âhirete mahsûs olan ni’metlerden bir şeylere kavuşur. Araya aks, hayâl karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. Çünki, dünyâdaki bütün kemâlât, ni’metler, zılden, sûret ve görünüşden hâsıl olmakdadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hâsıl olmak, âhirete mahsûsdur. Dünyâda asldan alabilmek için mi’râc lâzımdır. Bu mi’râc, mü’minin namâzıdır. Bu ni’met, yalnız bu ümmete mahsûsdur. Peygamberlerine tâbi’ olmak sâyesinde buna kavuşurlar. Çünki bunların Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem”, Mi’râc gecesi dünyâdan çıkıp, âhirete gitdi. Cennete girdi ve rü’yet se’âdeti, ni’meti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” bizim tarafımızdan Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de, “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları seni tanımağa ve rızâna kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir…
– devamı var –