Hüseyin Hilmi bin Saîd “rahmetullahi aleyh” hazretleri buyurdular ki:
Şimdi dünya var, bir de ahiret var. Dünyada iken, ahiretten hiç haberimiz yok! Şimdi; “Kim gitmiş, kim görmüş?” diyorlar. Kâfirler ne diyor? “Gidip gören var mı? Cenneti, Cehennemi gören var mı?” Hâlbuki dünyada iken ahireti görmek mümkün. Dünyada, ahiret nasıl görülür? Kalb gözüyle, kalb. Kalbden bir pencere açılır, o pencereden ahireti seyreder. Hattâ; Sırat köprüsünü, terâziyi, hesabı, kitabı, her şeyi görür.
Zaten ahirette zaman yok ki. Zamansızdır orası. Peygamber Efendimiz mîraca çıkınca, hazret-i Osman’ın koşa koşa Cennete girdiğini gördü. Peki, hazret-i Osman “radıyallahü anh” koşa koşa şimdi mi girdi Cennete? Hayır, kıyâmet kopunca, ahirette girecek. Ama Peygamber Efendimiz, onun Cennete girdiğini mîrâcda gördü. Benzerini mi gördü? Hayâlini mi gördü? Hayır. Aynını gördü. Bu nasıl oluyor? Binlerce sene sonra girecek, şimdi görüyor aynını.
Çünkü orada zaman yok, bir andır. Mebde ve müntehâ, başlangıç ve son, milyarlarla sene, orada bir andır. Biz zamanlı yaratıldık. Zamanlı doğduk, büyüdük. Zamansızlık ne demek, aklımız ermez. Aklımız ermiyor bizim bu işe. İşte kalb gözü açık olanlar, kıyâmeti de görüyor, Cenneti de görüyor, Cehennemde yananları da. Kalbden pencere açılır, o pencereden ahireti görür.
Dünyada da, meselâ uzakları görmek mümkün mü? Mümkün. Nasıl, hani ben görmüyorum? Al eline bir dürbün, bak nasıl görürsün. Dürbünle görürsün. İşte ahireti de dürbünle görmek lâzım. Ahiretin dürbünü nedir? İnsanın kendi kalbi. Herkes kendi kalbinden ahireti görür. Kalb penceresi de kapalı olursa, elbette o kalbden ahireti göremez.