Hoşgeldin Huzur Ayı
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sahur yemeği yeyiniz. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesâi, Tirmizî, İbni Mâce]
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
HİLYE-İ SEADET
Bu geniş topraklar, o mubârek şehîdlerle doludur. Evlâdlarını, yavrularını da, ilm öğrenmek için, o zamânlar dünyânın en üstün üniversitesi olup, fizik, kimyâ, astronomi, coğrafya ve hendesedeki tecribeleri ve ileri buluşları, bugün mevcûd eserlerinden anlaşılan, Bağdâd dârül-fünûn ve fakültelerine gönderdiler. Meşhûr zâlim ve kâfir Cengiz [asl adı Timoçindir] hânın torunu Hülâgü, 656 [m. 1258] senesinde, Bağdâd ehâlîsini, kadın, çocuk demeyip, sekizyüzbinden ziyâde müslümânı işkence ile öldürdüğü ve Bağdâdı yakıp yıkdığı zamân, yalnız kuyulara saklananlar ve bilhâssa Anadoluya kaçıp kurtulanlar sağ kalabilmişdi. İşte, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” evlâdları, o zemân Anadolunun her tarafına, hele şark taraflarına yerleşmişdi. Bugün, kürd dediğimiz zekî, sabrlı, çalışkan kimseler, hep o mubârek insanların soyundandır. Ya’nî kürdler iki kısmdır: Bir kısmı, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes evlâdından olup, çok eskiden orta Asyadan Anadoluya gelmiş, dağlarda göçebe hâlinde yaşayan, kaba, câhil insanlardır. Sokratın talebesinden târîhci Xenophon, Anadolunun şarkında, kürdleri gördüğünü yazmakdadır. Kürd denilen insanların ikinci kısmı ise, şehrlerde oturan medenî, nâzik insanlardır. Bunların hemen hepsi, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” evlâdlarıdır. İmâm-ı Hasen evlâdına (Şerîf), imâm-ı Hüseyn evlâdlarına (Seyyid) denir. Seyyidler, şerîflerden dahâ üstündür. Osmânlılar zamânında, Halebde seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı. Bütün evlâdları orada kaydlı olup, yalancılar seyyidlik iddi’â edemezdi. Van ile Hakkâri arasındaki meşhûr İrisân beğleri, Abbâsî halîfeleri evlâdından olup, Hülâgü katliâmından kurtulan bir yavrudan çoğalmışlardır. Bugün memleketimizin her tarafında, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” evlâdı ve seyyidler vardır. Bunların kıymetini bilmeli, hurmetde ve hizmetde kusûr etmemeliyiz].
Güzel huyların hepsi Resûlullahda “sallallahü aleyhi ve sellem” toplanmışdı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değil idi. Bir müslümânın ismini söyliyerek, hiçbir zemân la’net etmemiş ve aslâ mubârek eli ile kimseyi döğmemişdir. Kendi için, hiçbir şeyden intikam almamışdır.
-devamı var-
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye
İmâm-ı Rabbânî hazretleri (kuddise sirruh) 1. cild, 162. mektûbunda buyuruyor ki,
(O Server “aleyhi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ”, (Mü’minin sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir) buyurdu. Bu da belki, hurma insanın dokularına karışınca, insanın hakîkatini tamâmladığı içindir. Oruclu iken, böyle şey olmadığı için, bunun karşılığı olarak sahûrda hurma yimenin güzel olduğunu bildirmişdir. Hurma yimek, çeşidli yemekleri yimek gibi fâideli olmakdadır. Hurmanın bu bereketi, kendisinde herşey bulunduğu için, iftâr zamânına kadar insanda kalır. Hurmanın bu fâidesi, ancak islâmiyyete uygun olarak yinildiği, islâmiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulunmadığı zamândır. Tâm fâidesine kavuşmak için, bir ağacın bir meyvesi olarak değil, bildirdiğimiz topluluğunu, bereketini düşünerek yemek lâzımdır. Yalnız bir meyve olarak yinirse, yalnız madde, kalori fâidesi elde edilir. İşin iç yüzü bilinerek yenirse, bereketine kavuşulup, bâtını da besler. Bereketine kavuşmadan yemek kusûr olur. Fârisî beyt tercemesi:
Çalış, lokmayı kıymetlendir önce!
Ondan sonra, hiç korkma yi, doyunca!
İftârı erken, sahûru geç yapmakda da, bu incelik vardır. Vesselâm.
Müjdeci Mektublar
ZİMEM DEFTERİ
Osmanlılar zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyâfet ile, pek çok zengin, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav dükkânlarına gider, onlardan Zimem Defteri’ni (veresiye defteri) çıkarmalarını isterlerdi. Baştan, sondan ve ortadan rast gele sahifelerin toplamını yaptırıp, miktarını ödedikten sonra; “Bu borçları silin! Allah kabul etsin!” der, kendilerini tanıtmadan çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, borçtan kimi kurtardığını bilmezdi…
RAMAZAN-I ŞERİFDEN SONRA İKİ GÜN KAZA ORUCU TUTMAK LAZIM MIDIR?
Ramezânın ve bayramın, semâda hilâli görmekle değil de, takvîme göre başlatıldığı yerlerde, oruca ve bayrama hakîkî zemânlarından bir gün önce veyâ bir gün sonra başlanılmış olabilir. Oruc tutulan birinci ve sonuncu günleri hakîkî Ramazâna rastlamış olsalar bile, Ramazân olup olmadıkları şübheli olur. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramazân bahsinde diyor ki, (Ramazân olup olmadığı şübheli olan günlerde, Ramazân orucu tutmak, tahrîmen mekrûhdur. Müslümân memleketinde olup da, ibâdetleri bilmemek özr olmaz). Bunun için, Ramazânın takvîmlere veyâ mezhebsiz memleketlere uyarak başlatıldığı yerlerde, bayramdan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak lâzımdır. (Ramazândan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak da nerden çıkdı? Hiçbir kitâbda böyle bir şey yokdur diyorlar). Kitâblarda yazılı değildir sözü yanlışdır. Çünki, her asrda, her yerde, Ramazân ayı, hilâli görmekle başlardı. İki gün kazâ orucuna lüzûm yokdu. Şimdi, Ramazân ayı, hilâlin doğma zemânını hesâb etmekle başlatılıyor. Ramazânın başlaması, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmuyor. Bu hatâyı düzeltmek için, bayramdan sonra iki gün kazâ orucu lâzım olduğu, Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde yazılıdır.]
İmsak: 03.39 İftar: 20.20
Not: