HAZRET-İ ÖMER AĞLIYOR
İntikâl buyurunca, Resûl dâr-ı bekâya,
Sahâbe, “seçim” için, geldiler bir araya.
İttifak etmesiyle, sahâbenin topyekün,
Hazret-i “Ebû Bekir“, Halîfe oldu o gün.
Çıkıp hutbe okudu sahâbe-i kirâma.
Buyurdu ki: (Halîfe seçtiniz beni, ama,
Şunu belirteyim ki, değilim en iyiniz.
Girdim bir yük altına, beni kabûl ediniz.)
Kalktı Hazret-i Alî, müsâde isteyerek.
Dedi: (Ne haddimize, seni kabûl etmemek.
Resûl, seni namâzda geçirdi ileriye.
Kimde cüret vardır ki, çekiversin geriye?)
Hazret-i Ebû Bekir, yapıyorken hilâfet,
Yapardı bir yandan da, geçim için ticâret.
Sahâbe dediler ki: (Yâ emîr-el mü’minîn!
Sen ticâret yapma ki, emîrisin milletin.
Maaş tâyin edelim, sana biz beytülmâldan.
Hep devlet işleriyle iştigâl et durmadan.)
Ücret tâyin ettiler, “İki dirhem” yevmiye.
Lâkin kabûl etmedi, bu ücret “fazla” diye.
“Bir dirhem, iki dank”a, indirdiler ücreti.
O zaman kabûl edip, bıraktı ticâreti.
Her günkü ücretini, atardı bir testiye.
Sağlardı geçimini, husûsî servetiyle.
Vefâtı yaklaşınca, Hazret-i Âişe’yi,
Çağırıp, döküverdi önüne o testiyi.
Buyurdu ki: (Ey kızım, gördüğün bu paralar,
Beytülmâldan aldığım ücretti bir aralar.
Ölürsem, bu testiyi, götürüp ver Ömer’e.
Dağıtsın tamâmını bilcümle fakîrlere.)
Hazret-i Ebû Bekir, vaktâ ki etti vefât.
Ömer ibnil Hattâb’a, sahâbe etti bîat.
O testiyi götürüp, Âişe hazretleri,
Halîfenin önüne döktü o dirhemleri.
Vasıyyeti söyleyip kendisine o ara,
Dedi: (Dağıt bunları, fakîr müslümânlara.)
Ağladı Ömer Fârûk, dedi: (Yâ Ebâ Bekir!
Senin gittiğin yoldan, hangi fert gidebilir?
Bize, çok ağır bir yük bırakıp, vedâ ettin.
Bizi pek şaşırtıyor senin bu hasletlerin.)
Yine Resûl-i ekrem, edince Hakka vuslat,
Hazret-i Ebû Bekir, eriyordu her sâat.
Âişe vâlidemiz, sordu ki pederine:
(Bu zaîflemenizin, acabâ sebebi ne?)
Buyurdu ki: (Ey kızım, firâkıyle Resûl’ün,
Üzülüp, kederimden eriyorum gün be gün.
Hiç dayanamıyorum, onun ayrılığına.
Resûl’ün bu firâkı, çok ağır geldi bana.)