Enver abim buyurdular ki;
Hindistan’a gittik, orada yediyüz çeşit din var. Hepsi cenab-ı Hakkın rızası için çalışıyor. Fakat bozuk! Allahü teala kendini tanıtacak. Ona marifet denir. Mektubat’ta İmam-ı Rabbani hazretleri; o da iki şekilde olur, buyuruyor. Birincisi, ilim yoluyla olur. İkincisi, hâl yoluyla olur. İlim yoluyla olanı, âlimler anlatır, tarif eder. Fakat bu, unutulabilir. Çünki nefs daima isyandadır, gaflettedir. Bu unutulabilir ve imanla ölmemek tehlikesi her zaman vardır. Ama hâl ile olursa, onun imansız ölmek tehlikesi yoktur. Çünki bir insana baklavayı istediğiniz kadar tarif edin, anlatın, öğrenebilir; ama unutabilir. Baklavayı yedirirseniz, ölünceye kadar onun tadından vazgeçemez. Yediği için.. İşte bizim en büyük şansımız, zülcenahayn denilen; hem ilim yoluyla, hem marifet yoluyla Allahü tealayı tanıtan bir mübarek zâtı tanımamızdır. Daha doğrusu, Allahü teala tanıttırdığı için çok şanslıyız, çok bahtiyarız. Bu, Mektubat’ta çok geçiyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki; Allahü tealanın yeryüzünde insanlara verebileceği en büyük nimet, sevdiği bir kulunu ona tanıtmasıdır. Bir çarşamba günüydü. Anadolu’dan üç-beş arkadaş Fatih’teki eve ziyarete gelmişti. Mübarekler camı açtılar, bakın efendim, işte bir sürü insan. Ben onlara bakıyorum, onlar da bana bakıyor. Ama beni tanımıyorlar, efendim. Eğer siz beni tanımasaydınız, Anadolu’nun o ücra yerlerinden buraya gelmezdiniz, buyurdular. O halde, tanımak nimeti, bir nasip meselesidir; aileden, çevreden gelmez. Allahü teala bazen kalbe o nuru indirir. O nur, o büyükleri tanımaya vesile olur.
ali zeki osmanağaoğlu