Enver abim buyurdular ki;
Birgün Fâtih’teki evde Mübâreklerle birlikde, bizim hanım ve ben kahvaltı yapıyorduk. Mübârekler buyurdular ki; Bu yemekler, aldığımız hava, cenâb-ı Hakkın bizim için fedâ ettiği canlı hayvanlar karşılığında, cenâb-ı Hak bizden ne istiyor? Birincisi; Allahü teâlâ, yarattığı mahlûkların içerisinde yalnız insana ma’rifeti verdi. Ya’nî, Allahü teâlâyı tanımak. Görmek başka. Peygamber efendimizi herkes görüyordu ama tanımadılar. Tanımak zor. Tanıyanlar Eshâb-ı kirâm oldu. Allahü teâlâ tanınmak istiyor. Bir hadîs-i kudsîde, ben tanınmayı sevdim, buyuruyor. Tanımamız lâzım. İkincisi; O’nun ihsân etdiği ni’metlere karşılık olarak teşekkür istiyor. Türbeleri, başları açık olarak ziyâret edip teşekkür ediyorlar. Bu, teşekkür yerine geçiyor mu? diye Mübâreklere sordum. Mübârekler buyurdular ki; Allahü teâlâya teşekkür, nemâzdır. Çünki zekât; malın varsa, hac; şartlar varsa, oruc; keza öyle; ama nemâzda hiçbir engel yok. Teyemmüm ederek kılar, imâ ile kılar, yatarak kılar, hastayken kılar, ya’nî hiçbir engel olmadığı için Allahü teâlâ teşekkürü nemâzla başlatmıştır. Onun için Mübârekler buyurdular ki; Nemâz kılmayanın hiçbir teşekkürü Allahü teâlâ tarafından kabul edilmiyor. Îmânın bayrağı, alâmeti nemâzdır. Efendi hazretleri nemâz risâlesinde buyuruyorlar ki; Bir mü’min, yüzbin hac yapsa, yüzbin altın sadaka dağıtsa, yüzbin fakir yedirse, eğer nemâz kılmamışsa, hiçbiri kabul olmaz.
ali zeki osmanağaoğlu