Enver abim buyurdular ki;
Eshab-ı kiram üstündür. Eshab-ı kiram arasındaki meseleleri nefsani zannetmemelidir. Evliyada nefis yok, nerede kaldı ki, Eshab-ı kiramda olsun. Onların her hareketi Allah için idi ve ibadet idi. Aynı, namaz kılmak gibi, hac etmek gibi. Allah’ın emirlerini yerine getirmek için idi. Onların, daha ilk nazarda, kalplerindeki bütün dünya sevgisi, şöhret sevgisi, mal sevgisi alınmış, tertemiz bir kalp olmuştur. O kalp ile bazı kararlar vermişler. O kalp ile verilen kararlar da Allahü tealanın rızasına uygun olduğu için, içtihatları bakımından Allahü tealanın rızasını kazanmak olduğu için, Allahü teala onların her hareketine sevap yazdı. Bizim sevap diye gittiğimiz şeyler onlar için çok günahtı. Onlar, öyle Allaha yakın insanlardı. O halde, sevgi, muhabbet ne kadar çoksa, insan kendi hocasından da o kadar feyiz ve nur alabilir. Çünki, hocası, hazret-i peygamberin “aleyhissalatü vesselam” güneş gibi olan nurundan ve feyzinden alan ve verendir. Ay gibi alır ve verir. Ona mürşid denir. Sadece kendine alana evliya denir, o, kendine aittir. Ama almak ve vermek ayrı bir özelliktir. Alanın inanması lazım, güvenmesi lazım; neye güvenecek? Bunun bir Allah adamı olduğuna, yalan söylemediğine, Ehl-i sünnet olduğuna. Onun yolunda olması lazım, ona itaat etmesi lazım, çok şartları var. Bütün bunlardan sonra, nasibi ne kadar ise, kapasitesi ne kadar ise, kabiliyeti ne kadar ise, o kadar alabilir. Hocamız; kabiliyet, büyük bir nimettir buyurdular, onu iyiliğe çevirmek kolaydır. Ama kabiliyeti yoksa, zorluk orada başlar, ona kabiliyet vermek zorunda kalırlar, buyurdular. Bütün ömürleri boyunca, bizim gibi adamlarla uğraştılar, kim bilir neler çektiler. Ama Allahtan ki haklarını helal ettiler.
ali zeki osmanağaoğlu